“Teodise”den biz, aklın dünyadaki amaca-aykırı [das Zweckwidrige] olan şeyleri suçlama olarak karşısına getirdiği dünyanın-yaratıcısının en yüksek bilgeliğinin bir savunusunu anlıyoruz. –Her ne kadar bu neden aslında bizim cüretkâr aklımızın, sınırlarının farkına varmasındaki başarısızlığından başka bir şey olmasa da biz bu savunuya “tanrısal nedenin savunusu” adını veriyoruz. Bu neden, nedenlerin en iyisi olmasa bile yine de akıl sahibi [bir varlık] olarak insan (kendini-beğenmişliği bir yana bırakarak), kendi üzerinde saygı uyandıran her iddiayı ve öğretiyi onlara boyun eğmeden önce sınayarak –ve böylece söz konusu saygının içten ve samimi olabilmesini mümkün kılarak– savunduğu sürece bu nedene göz yumulabilir. Haklılığını göstermek için tanrının sözümona avukatının ya dünyada amaca-uymayan [zweckwidrig] olarak değerlendirdiğimiz her ne varsa bunun öyle olmadığını kanıtlaması gerekir; ya da, eğer böyle bir amaca-uygun olmama varsa bunun kasıtlı bir olgu olarak değil yalnızca şeylerin doğasının kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerektiğini kanıtlaması gerekir; ya da, son olarak, en azından [sözkonusu amaca-uygun olmamayı] bütün şeylerin yaratıcısının bir olgusu olarak değil, daha ziyade, yalnızca dünyadaki varlıkların –insan (hatta duruma göre iyi veya kötü olan yüksek ruhsal varlıklar) gibi itham edilebilecek bir şeylerin– bir olgusu olarak düşünülmesi gerektiğini kanıtlamalıdır.