Sinemada sesin inşa edilmesi, doğası gereği, görüntülerle geniş ve çeşitli ilişkiler ağı içinde kurulan bir bütünlük estetiğine sahip olmak zorundadır. Ses olgusu bir form olarak, hem filmsel metinlerin anlamlarında kilit roller oynayabilecek kadar etkili hem de seyircinin bilişsel/duygusal deneyimleri için merkezi rol oynayabilecek kadar öncelikli bir alandır. Bunun nedeni de farklı ontolojik niteliklere sahip olan görüntü ve seslerinin yarattıkları doğrudan ya da dolaylı etkileşim alanlarının, fenomonolojik boyutta egemenlik ilişkilerini de belirleyen bir olgu olarak öne çıkmasıdır. Görsel-işitsel birlikteliğin yarattığı ifade modlarının seyirciye getirdiği dinamik ve interaktif deneyimler, sinemasal dilde yaratıcı bir ortam olarak önemini her geçen gün arttırmaktadır. 1970’lere kadar filmde ses uygulamasına ait tartışmalar, çoğunlukla görsel tabanlı bir paradigmanın egemenliği üzerine kurulmuştur. Sesin, filmsel anlatımda yüklendiği dramaturjik boyutun önemi ise, akademik dünya
The construction of sound in cinema has to have an aesthetic integrity with the images, built through a vast web of relations. The phenomenon of sound as a form is both influential on the meaning of cinematic narratives, and it has a central role on the cognitive/emotional experiences of the viewer. The reason is that, fields of direct or indirect interaction created by images and sounds with different ontological characteristics impacts power relations on a phenomenological level. Dynamic and interactive experiences brought by the modes of expression created by audio-visual synergy become more and more important everyday in the cinematic language. Until the 1970s, discussions on sound in cinema were mostly made under the dominance of a visual-based paradigm.The importance of the dramaturgic role of sound in cinematic narrative begant o be discussed in the academic circles in the recent years. This article discusses the